Sakalar doğuştan olağanüstü yeteneklere sahip değildir; onlar sıradan insanlarla aynı kökenden ve özdendir, tek fark ise beyin sistemlerinin o dönemdeki bilginin en yüksek seviyesine ulaşmış olmasıdır. Bu "büyük bir anlayış" durumu mistik bir deneyim değildir, yaşamın anlamına dair net bir kavrayış ve eylem yollarının belirgin bir şekilde kavranmasıdır. Sakaların sakal olmasının sebebi, sıradan insanların da sahip olduğu ancak henüz aktive edilmemiş olan bilgelik potansiyelini açmış olmalarıdır.
Tarih boyunca "aziz" olarak adlandırılan kişilerin günlük yaşamları genellikle son derece sıradandır. Konfüçyüs, devletleri dolaşırken açlık ve susuzlukla başa çıkmak zorundaydı; Sokrates, Atina sokaklarında ayakkabıcılar ve balıkçılarla felsefe üzerine tartışıyordu; Buda, Bodhi ağacının altında aydınlanmadan önce altı yıl boyunca sıradan bir ruhsal uygulayıcının hayatını yaşadı. Onların olağanüstü yanları, dünyevi işlerden uzaklaşmakta değil, tamamen uyanmış zihinleriyle sıradan meseleleri ele almakta yatıyordu. Ming döneminin düşünürü Wang Yangming, "Azizlerin aziz olmasının nedeni, sadece kalplerinin ilahi yasa ile saf olması ve insan arzu karışıklığından uzak olmalarıdır." demiştir. Bu "ilahi yasa" aslında nesnelerin temel doğasına uygun düşünme biçimidir.
İnsan beyninin şaşırtıcı bir plastisiteye sahip olduğu ortaya konmuştur. Sinir bilimi araştırmaları, sürekli mindfulness eğitiminin frontal lob ve amigdala arasındaki bağlantıları yeniden şekillendirebildiğini ve duygusal düzenleme yeteneğini artırdığını göstermektedir. Budist rahiplerin beyin taramaları, uzun süre meditasyon yapanların beyin işlevlerinin ve yapısının gerçekten ölçülebilir değişiklikler geçirdiğini ortaya koymaktadır. Azizlerin "büyük aydınlanması" esasen belirli eğitim yöntemleri aracılığıyla beynin en iyi çalışma durumuna ayarlandığı anlamına gelir - dikkat son derece yoğun ama gergin değil, düşünce son derece keskin ama dağınık değil, duygular derin ve sabit ama hissiz değil. Bu durum, bilişsel sistemin görünüşlerin ötesine geçmesine ve özüne ulaşmasına olanak tanır.
Akıl uyanışı belirgin bir çağın özelliğine sahiptir. Antik Yunan'daki kutsal filozofların akıl yürütmeleri, Çin'in Öncesi Qin dönemindeki düşünürlerin ahlaki algıları, Hindistan'daki ruhsal arayıcıların kalp keşifleri, farklı medeniyetlerin "büyük bir anlayışa ulaşma" konusundaki farklı anlayışlarını yansıtmaktadır. Bilgi patlamasının yaşandığı günümüzde, akıl uyanışı daha çok büyük miktardaki bilgiyi ayırt etme yeteneği, teknolojik yabancılaşmaya karşı bir uyanıklık bilinci ve yaşamın özüne dönüş arzusuyla kendini göstermektedir. Einstein bir zamanlar şöyle demişti: "Sorunları çözmek için, sorunları yaratan aynı düşünce seviyesini kullanamayız." Çağdaş bir aziz, dağlarda inzivaya çekilen bir bilge olmak zorunda değildir; veri akışında ayık kalan, çıkarcı dalgalar içinde özünü koruyan sıradan insanlar olabilir.
"Bilgiyi açan sıradan insan" olarak azizleri geri döndürmek, kutsal ile sıradan arasındaki sahte karşıtlığı kırar. Her insanın içinde henüz tam olarak kullanılmamış bilişsel potansiyel uyumaktadır. Amerikalı psikolog William James, sıradan insanların zihin güçlerinin yalnızca küçük bir kısmını kullandığını tahmin etmiştir. Bilgiyi açmak için olağanüstü bir yetenek gerekmez; sistematik bir eğitim gereklidir: derin okumalarla düşünce sınırlarını genişletmek, yansıtıcı uygulamalarla yargı yeteneğini geliştirmek, odaklanma eğitimi ile farkındalığı artırmak. Eski Roma filozofu Epiktetos şöyle demiştir: "Felsefe bir doktrin seti değildir; bir günlük pratiktir." Bilgelik yolu, günlük yaşamın her anında uyanık kalmakla başlar.
Sage, esasen, insan potansiyelinin tanıklarıdır. Onlar, sıradan bir bedenin içinde olağanüstü bir ruhsal çiçeğin açabileceğini kanıtlar. Bu potansiyel, belirli bir zaman, ırk veya sınıfa özgü değildir; aksine, insanoğlunun doğuştan gelen bir yeteneğidir. Bunu fark ettiğimizde, hem azizlere kör bir şekilde tapınabiliriz hem de kendimizi küçümseyebiliriz, ancak her birimiz kendi uyanış yolumuza adım atabiliriz. Zen öğretilerinin dediği gibi: "Sıkıldığında uyu, acıktığında ye", sıradan yaşamda farkındalık tutarak, herkes bir noktada hayatı aydınlatan bilgelik ışığına ulaşabilir.
This page may contain third-party content, which is provided for information purposes only (not representations/warranties) and should not be considered as an endorsement of its views by Gate, nor as financial or professional advice. See Disclaimer for details.
#COAI#
Kutsal Yolda
Sakalar doğuştan olağanüstü yeteneklere sahip değildir; onlar sıradan insanlarla aynı kökenden ve özdendir, tek fark ise beyin sistemlerinin o dönemdeki bilginin en yüksek seviyesine ulaşmış olmasıdır. Bu "büyük bir anlayış" durumu mistik bir deneyim değildir, yaşamın anlamına dair net bir kavrayış ve eylem yollarının belirgin bir şekilde kavranmasıdır. Sakaların sakal olmasının sebebi, sıradan insanların da sahip olduğu ancak henüz aktive edilmemiş olan bilgelik potansiyelini açmış olmalarıdır.
Tarih boyunca "aziz" olarak adlandırılan kişilerin günlük yaşamları genellikle son derece sıradandır. Konfüçyüs, devletleri dolaşırken açlık ve susuzlukla başa çıkmak zorundaydı; Sokrates, Atina sokaklarında ayakkabıcılar ve balıkçılarla felsefe üzerine tartışıyordu; Buda, Bodhi ağacının altında aydınlanmadan önce altı yıl boyunca sıradan bir ruhsal uygulayıcının hayatını yaşadı. Onların olağanüstü yanları, dünyevi işlerden uzaklaşmakta değil, tamamen uyanmış zihinleriyle sıradan meseleleri ele almakta yatıyordu. Ming döneminin düşünürü Wang Yangming, "Azizlerin aziz olmasının nedeni, sadece kalplerinin ilahi yasa ile saf olması ve insan arzu karışıklığından uzak olmalarıdır." demiştir. Bu "ilahi yasa" aslında nesnelerin temel doğasına uygun düşünme biçimidir.
İnsan beyninin şaşırtıcı bir plastisiteye sahip olduğu ortaya konmuştur. Sinir bilimi araştırmaları, sürekli mindfulness eğitiminin frontal lob ve amigdala arasındaki bağlantıları yeniden şekillendirebildiğini ve duygusal düzenleme yeteneğini artırdığını göstermektedir. Budist rahiplerin beyin taramaları, uzun süre meditasyon yapanların beyin işlevlerinin ve yapısının gerçekten ölçülebilir değişiklikler geçirdiğini ortaya koymaktadır. Azizlerin "büyük aydınlanması" esasen belirli eğitim yöntemleri aracılığıyla beynin en iyi çalışma durumuna ayarlandığı anlamına gelir - dikkat son derece yoğun ama gergin değil, düşünce son derece keskin ama dağınık değil, duygular derin ve sabit ama hissiz değil. Bu durum, bilişsel sistemin görünüşlerin ötesine geçmesine ve özüne ulaşmasına olanak tanır.
Akıl uyanışı belirgin bir çağın özelliğine sahiptir. Antik Yunan'daki kutsal filozofların akıl yürütmeleri, Çin'in Öncesi Qin dönemindeki düşünürlerin ahlaki algıları, Hindistan'daki ruhsal arayıcıların kalp keşifleri, farklı medeniyetlerin "büyük bir anlayışa ulaşma" konusundaki farklı anlayışlarını yansıtmaktadır. Bilgi patlamasının yaşandığı günümüzde, akıl uyanışı daha çok büyük miktardaki bilgiyi ayırt etme yeteneği, teknolojik yabancılaşmaya karşı bir uyanıklık bilinci ve yaşamın özüne dönüş arzusuyla kendini göstermektedir. Einstein bir zamanlar şöyle demişti: "Sorunları çözmek için, sorunları yaratan aynı düşünce seviyesini kullanamayız." Çağdaş bir aziz, dağlarda inzivaya çekilen bir bilge olmak zorunda değildir; veri akışında ayık kalan, çıkarcı dalgalar içinde özünü koruyan sıradan insanlar olabilir.
"Bilgiyi açan sıradan insan" olarak azizleri geri döndürmek, kutsal ile sıradan arasındaki sahte karşıtlığı kırar. Her insanın içinde henüz tam olarak kullanılmamış bilişsel potansiyel uyumaktadır. Amerikalı psikolog William James, sıradan insanların zihin güçlerinin yalnızca küçük bir kısmını kullandığını tahmin etmiştir. Bilgiyi açmak için olağanüstü bir yetenek gerekmez; sistematik bir eğitim gereklidir: derin okumalarla düşünce sınırlarını genişletmek, yansıtıcı uygulamalarla yargı yeteneğini geliştirmek, odaklanma eğitimi ile farkındalığı artırmak. Eski Roma filozofu Epiktetos şöyle demiştir: "Felsefe bir doktrin seti değildir; bir günlük pratiktir." Bilgelik yolu, günlük yaşamın her anında uyanık kalmakla başlar.
Sage, esasen, insan potansiyelinin tanıklarıdır. Onlar, sıradan bir bedenin içinde olağanüstü bir ruhsal çiçeğin açabileceğini kanıtlar. Bu potansiyel, belirli bir zaman, ırk veya sınıfa özgü değildir; aksine, insanoğlunun doğuştan gelen bir yeteneğidir. Bunu fark ettiğimizde, hem azizlere kör bir şekilde tapınabiliriz hem de kendimizi küçümseyebiliriz, ancak her birimiz kendi uyanış yolumuza adım atabiliriz. Zen öğretilerinin dediği gibi: "Sıkıldığında uyu, acıktığında ye", sıradan yaşamda farkındalık tutarak, herkes bir noktada hayatı aydınlatan bilgelik ışığına ulaşabilir.